Duygusal Doyum: Sembolik Etkileşimciler, XX.yüzyılın başlarından bu yana aile dayanışmasının temellerinde ortaya çıkan önemli değişmeleri gözlemişlerdir. Örneğin, eş seçiminde artık giderek kişilik özellikleri önem taşımaya başlamıştır. Eşler arasında duygusal tatmin beklentisi giderek yükselmektedir. Ayrıca bu eğilime bağlı olarak mahremiyet talebi de artmaya başlamıştır. Tüm bunlar olurken toplumda ilişkiler yüzeyselleşmeye ve geçici olmaya başlamıştır. Bu durumda evlilik toplumdaki karmaşık ve hızlı değişmeler sonucu ortaya çıkan gerilimi düşürmede bir çözüm olarak görülmeye başlamıştır. Eşlerin birbirleriyle arkadaş /dost olmak amacıyla evlenmeye başlamaları kadar; eşlerin birbirinden çok şey bekleyerek aradıklarını bulamaması boşanmalarda artışa yol açmıştır. Sonuç olarak evlilik kendisine gereğinden fazla yüklenilen bir kurum haline gelmiştir.
Aşk Sembolü: Kadın veya erkek olarak sahip olunan aşk veya ilgi görme/gösterme sembolleri de evliliğin yükünü ağırlaştırmaktadır. Duygusal tatmin olabilmek için talep edilen gerçekçi olmayan beklentilerin karşılanmaması hüsranla sonuçlanmakta ve eşler birbirlerini suçlamaya başlamaktadır. Evlilikte aşk/ilgi sembolleri yüzünden eşler beklentilerinin gerçekçi olmadığını görememekte ve boşanmaktadırlar.
Çocuğun Anlamı: Tüm dünyada çocukluk ile ilgili görüşlerde köklü değişmeler ortaya çıkmıştır. Bazı aile tarihçilerine göre orta çağdaki aile yapısında çocuk ve erişkinler arasında keskin farklar bulunmazdı ve çocuklar birer küçük/minyatür erişkin gibi görülürdü. Henüz ev ve işyeri ayrımı fazla yoktu. Erkek çocuklar aile işinde çıraklık ederken, kızlar da ev işlerinin yanı sıra eş olma rolünü öğrenirlerdi. Küçük yaşlardaki çocukların masum ve hassas olduklarının kabulü zaman almıştır.
Ebeveynliğin Anlamı: Çocukluk ve erişkinliğe geçiş konusundaki değişmelerin ebeveynliğin anlamı ile ilgili değişmelerle yakından ilişkisi bulunmaktadır. Günümüzdeki ebeveynler sadece ilgi ve şefkat göstermekle kalmamakta, çocuklarının sahip olduğu potansiyeli en yüksek düzeye ulaştırmaktan da sorumlu tutulmaktadır. Günümüzde çocuk yetiştirme çok daha uzun sürmekte ve çocuklar çok fazla talepte bulunduklarından, ebeveynlere geçmişte olduğundan çok daha fazla duygusal olarak da yüklenilmektedir. Yani hem çocuklardan hem ebeveynlerden beklentiler artmıştır.
“Çocuk-merkezli” aileler olarak tanımlanabilecek bu aile tipi artmaktadır. Sosyal psikolog Çiğdem Kağıtçıbaşı 1971yılında yaptığı “Çocuğun Değeri Araştırması” üzerinden çok fazla zaman geçmemesine rağmen anlayıştaki değişim gözlenmektedir. Örneğin geçmişte özellikle kırsal kesimde ebeveynler için yaşlılıkta sosyal sigorta olarak görülen çocukların tarımda makineleşme ile birlikte yetişme maliyetlerinin artması yüzünden değerinde değişme olmuş ve bu durum ailenin sahip olmak istediği çocuk sayısında azalmaya yol açmıştır. Çocuğun Değeri konusu ve Ç. Kağıtçıbaşı’nın çalışmasını 14. Haftada ayrıca inceleyeceğiz.
Evlilik Rolleri: Geçmiş kuşaklarda anne-baba veya karı koca olarak eşlerin ev, iş ve çocuklarla ilgili konularda sınırları çizilmiş sorumlulukları bulunurken, günümüzde belirsizlikler artmıştır. Kadın ev dışında çalıştığında ev işleri ve çocukların bakımı konusunda kocasından veya aile büyüklerinden destek beklemektedir. Ancak kadınların geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin yükümlülüklerinin azalmak bir yana, iş ile birlikte yürütülmeye çalışılması, kadınların çok daha fazla ezilmesine yol açmıştır.
Seçenekleri Algılama: Aile ve evliliklerde ortaya çıkan pek çok değişmelere yol açan faktörlerin biri de giderek artan sayıda kadının ev dışında çalışmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Kadınların geçimlerini kazanmaya başlaması, onların ilk kez mutsuz olan evliliklerini sürdürme zorunluluğu karşısında seçeneksiz olmadıklarını görmelerine yol açmıştır. İşte Sembolik Etkileşimcilere göre, evliliğe bir seçenek (boşanma, yeni bir evlilik ya da evli olmama durumu) bulunduğunun algılanması boşanmayı mümkün kılacak ilk önemli adımdır.
Boşanmanın Anlamı: Daha önce hiçbir şekilde kabul edilemez bulunan ve hatta ahlaki düşüklük veya başarısızlık olarak görülen boşanmanın anlamı değişmeye ve daha kabul edilebilir bir durum olarak algılanmaya başlamıştır. ABD'de nitekim bir asır önce boşanmanın hiç olmadığına dair istatistiksel bilgiler bulunmaktadır. Boşanmalar arttıkça boşanmaya yüklenilen olumsuz anlamlar da daha azalmaya ve kişisel değişme ve yeni bir hayata başlama fırsatı olarak görülmeye başlanmıştır. Boşanmaya yüklenilen başarısızlık anlamındaki sembolik anlamın değişmesi ve bir damga olmaktan çıkması boşanmaların artmasında başlı başına önemli bir etken olmuştur.
Yasal Değişiklikler: Boşanma yasasının bizzat kendisi sembolik olarak boşanmayı teşvik edici olmuştur. Daha önce zina ve benzeri koşullara sıkıca bağlanan boşanmalarda artık bu koşulun aranmaması ve geçimsizliğin boşanma için yeter koşul olarak görülmesi boşanmaların artmasında önemli rol oynamıştır. Özellikle ABD'de bazı eyaletlerde tarafların birbirini yaptıkları hatalardan dolayı suçlamalarından ya da belirli bir neden gösterme zorunluluğu olmadan boşanma olanağının bulmalarından dolayı boşanmaların arttığı düşünülmektedir.
Sonuç olarak Sembolik Etkileşimci Yaklaşım evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasını sembollerdeki değişme ile açıklamaya çalışmaktadır. İnsanların boşanma ile ilgili düşüncelerinin değişmesi, evlilikten tatmin olma, aşk, çocuk, ebeveyn, karı koca rollerindeki değişmeler evli çiftler üzerinde önemli baskılar yapmaktadır. Tek bir nedene bağlı olarak gerçekleşmesi güç olmakla birlikte tüm değişmeler bir arada düşünüldüğünde boşanmaya itici faktörlerin güçlendiği düşünülebilir. Sonuç olarak, sembolik etkileşimin aileye yaklaşımı temel unsur olarak yapı (makro) yerine, birey (mikro) üzerinde durması ve olgular yerine “süreçlere” odaklanmasıdır.
Uygulamalı toplumsal araştırmaların muhtemelen büyük bir çoğunluğu tanımlama ve ilişkilendirmeye yönelik bu tür incelemelerden oluşmaktadır. O zaman niçin nedensel incelemelerden bahsediyorum? Çünkü sosyal bilimlerin çoğunda yalnız dünyaya veya ilişkilere bakmanın ötesine geçmek önem taşır. Dünyayı değiştirebilmek, daha iyi hale getirebilmek ve belli başlı sorunların bazılarını ortadan kaldırmak isteriz. Dünyayı değiştirmek istiyorsak (hele bunu organize ve bilimsel bir şekilde yapmak istiyorsak), otomatikman neden-sonuç ilişkileriyle, yani nedenlerimizin (programlar, davranışlar gibi) ilgilendiğimiz sonuçları nasıl etkilediğini gösteren ilişkilerle ilgileniyoruz demektir.
Comentarios